USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Kültür

"Gel, ne olursan ol yine gel" Mevlânâ'yı anlamak…

Dünyaca ünlü tasavvuf insanı Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 1273'ün 17 Aralık günü hayatını kaybettiği için 7-17 Aralık tarihleri arası Mevlânâ Haftası olarak belirlenmiştir ve bu süreçte düzenlenen çeşitli etkinliklerle Mevlânâ'nın öğretileri idrak edilmektedir. Mevlânâ denilince akla gelen ilk yer Konya'dır fakat diğer birkaç Mevlevihanenin olduğu merkezler gibi Gaziantep'te kurulan Mevlevihane de yüzyıllarca Mevlânâ'nın düşüncüleri doğrultusunda topluma hizmet vermiştir. Prof. Dr. Halil İbrahim Yakar Mevlânâ'nın hayatını, hayat felsefesini ve Gaziantep'teki Mevleviliği şu şekilde anlatır:

10-12-2020 20:31
10-12-2020 20:50
Google News
“Mevlânâ kelimesi aslında ‘efendimiz' anlamına gelen bir sıfattır. Arapça bir kelimedir fakat daha sonra bu kelime, bütün özellikleriyle beraber Celâleddîn-i Rûmî dediğimiz şahsa ait olarak kullanılmıştır. 



Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, 1207 yılında şu an Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan'ın Belh şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası, zamanın çok büyük alimlerinden olan ‘Sultân-ül Ulemâ' diye bahsedilen Bahâeddin Veled'dir. Dedesi de çok önemli bir şahsiyet olarak tarihte yerini almıştır. 

1222 yılında Karaman- Larende'ye gelirler. O zamanki dönem Anadolu Selçuklu Devleti'nin siyasi, edebi, sanatsal olarak kendini fazla gösterdiği bir dönemdir. O zaman ki Selçuklu hükümdarı Sultan Alâaddin'dir. Mevlânâ'nın babasının ünü Konya'da da bilindiği için Sultan Alâaddin, Bahâeddin Veled'i Konya'ya davet eder. Larende'de yaklaşık 7 yıl kalmıştır, daha sonra 1228 yılları civarında Konya'ya gelmiştir ve Konya'da çok itibar görmüştür. Mevlânâ Hazretleri, Konya'da şu an İplikçi Medresesi diye bildiğimiz medresede Bahâeddin Veled'i ile beraber ders görürler. 1231 yılında maalesef Bahâeddin Veled vefat etmiştir. Mevlânâ Hazretleri o sırada 24 yaşındadır. Tabi dedesinden ve babasından bir sürü dersler aldığı için de kendini ispat etmiş birisidir ve babasının tek varisi olarak babasının devam ettirdiği medrese işlerine, inşaatlık işlerine devam eder. Sohbetlerine, vaazlarına devam eder. 



1225 yıllında evlenmiştir yani evlendiğinde 18 yaşlarında falandır. Konya'da uzun süre kalmıştır ve bulunduğu zaman zarfında insanlara eğitici, öğretici, yol gösterici; dinin, İslam'ın, peygamberin hayatından örnekler verici vaazlar vermiştir. Moğol istilasından dolayı Anadolu çok tahripkâr olmuştur. İnsanları bir arada tutan bazı özellikler vardır. Din, sevgi, ahlak, iyi davranmak bunların başında gelir. Bunlar İslamiyet'in ve insanların hasretleri olduğu için de Mevlânâ bütün eserlerinde hep bunun üzerine durmuştur ve zamanla çevresi çok genişlemiştir. Tasavvufi bir şahsiyettir. Tasavvufta en nihayetinde ‘fenafillah mertebesi' vardır. Bu, ‘varlığıyla beraber Allah'ta yok olmak'tır. ‘Vahdet'i vücut felsefesi' deriz biz, bütün alem tek bir şey içindir. Kainattaki her bir varlık, Allah'tan bir parçadır. Bütün kainat, Allah'ı meydana getirir; dağlar, denizler, ovalar, insanlar, hayvanlar, bitkilerin tamamındaki özellik vahdettir (birliktir). Mevlânâ da bütün öğretilerinde bunu ortaya koymuş bir şahsiyettir. 

Tasavvufi unsurlarda dost meclisleri vardır. İnsanlar bir dost etrafında sohbetlerini geliştirirler, kendilerine ‘mürşid-i kâmil' olarak birini bulurlar. Mevlânâ da mürşid-i kâmil olarak Şems-i Tebrîzî'yi bulmuştur. Tabi yaşadığı dönemlerde Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin yakınlaşması bazı dedikodulara sebep olmuştur. Tasavvufta kadın aşkı süfli ve şehevi olduğu için kabul edilmez. Vahdet-i vücutta ve Allah aşkında bundan dolayı hemcinsleriyle olan sohbetler ön plana çıkmıştır. Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin günlerdir sohbet etmeleri, hücrelerinden çıkmamaları, mürşid-i kâmillik ve müritlik olarak ilişkileri o zamanki halk tarafından yanlış anlaşılmıştır. Şems-i Tebrîzî Mevlânâ'yı üzmek istemediği için de bir anda ortadan kaybolur ve gider. Şems-i Tebrîzî'nin gitmesine Mevlânâ çok üzülmüştür. Çevresi bunu çok iyi algılar. Sohbetlere katılmaz. Artık insanlarla konuşmaz. Ve bir ara Şems-i Tebrîzî'nin Şam'da olduğuna dair haber gelir. Mevlânâ Hazretleri, oğlu Sultan Veled'i görevlendirir, mektup yazar. Şam'da Şems-i Tebrîzî'ye verirler, Şems-i Tebrîzî bunu kırmaz ve tekrar gelir. Mevlânâ, Şems-i Tebrîzî'nin ikinci gelişinde öyle coşkun hale gelmiştir ki ziyafetler verir, sohbetlere katılır, çok güleryüzlü olur fakat yine fitne ortaya çıkar. Yine insanların dedikodusu başlayınca bu defa 1248 yıllarıdır Şems-i Tebrîzî Hazretleri bir anda ortadan kaybolur. Ve Mevlânâ o kadar çok üzülür ki günlerce dışarı çıkmaz. Bu belli süre devam eder. Hatta bir iki defa Mevlânâ Hazretleri, Şems-i Tebrîzî'nin Şam'da olduğu bilgisinden hareketle Şam'a gider, uzun yıllar arar fakat bir şekilde ona ulaşamaz ve tekrar Konya'ya dönmek zorunda kalır. 

Mevlânâ Hazretleri'nin hayatında önemli şahsiyetler vardır. Bir tanesi Şems-i Tebrîzî'dir. İkincisi, Selahattin-i Zerkubi'dir. Bununla uzun yıllar sohbet ortamı meydana gelmiştir. 10 yıl kadar sürmüştür Selahattin-i Zerkubi ile muhabbetleri. Onun vefatından sonra Hüsamettin Çelebi ile muhabbetleri başlar ki çok önemli bir şahsiyettir; Mevlânâ'nın Mesnevisinin yazılmasına sebep olan kişi Hüsamettin Çelebi'dir. Hatta Mevlânâ Hazretleri, Mesnevisinin adını Hüsamettin Çelebi'ye ithafen “Hüsaminame” koymuştur. 

Mevlânâ Mesnevisini meydana getiriyor. Mesnevisi yazılırken Hüsamettin Çelebi sürekli kendisinin yanında. Sohbet ortamında, vaazlarında veya yürürken, bahçede dolaşırken, caddede dolaşırken Mevlânâ Hazretlerine ilham geliyor, Hüsamettin Çelebi yazıyor. Mevlânâ Hazretleri söylüyor, Hüsamettin Çelebi yazıyor. Dünya ve Türk edebiyatında çok önemli bir yere sahip olan, Mevlânâ'nın 24 bin ciltlik Mesnevisi böyle meydana gelmiştir. Hüsamettin Çelebi'nin gayretleri sonucunda ortaya çıkmıştır.  

Divan-ı Kebir'i var. Çok büyük bir divandır o da. Mecalis-i Seb-a var, sohbetlerinden meydana getirdiği bir eserdir. ‘Fihi Ma Fih' diye bir eseri vardır. Oğlu Sultan Veled tarafından yazıya geçirilmiştir. Zamanındaki sohbetleri ortaya koyduğu bir eseridir. Mevlânâ'nın eserleri Farsça yazılmıştır. Şu an İranlılar maalesef Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'ye sahip çıkıyorlar. Mevlânâ Türk'tü, Horasan'da doğmuş bir Türk ereniydi fakat dönemin popüleritesine uygun olarak Farsça yazıyordu; çünkü o zamanlarda Selçuklu saraylarında resmi dil olarak Farsça konuşuluyordu. Halk Türkçe konuşuyordu. Mevlânâ da sohbetlerini Türkçe veriyordu, eserlerini Farsça yazmış olsa da.

Mevlânâ Hazretleri, 17 Aralık 1273'te Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Tabi biz ülke ve millet olarak o zamandan bu zamana kadar 17 Aralık'ı bilir ve kutlarız. Mevlânâ kendi ölümünü ‘şeb-i arûs' olarak nitelendirmiştir. ‘Düğün gecesi-gerdek gecesi' diye ifade edebiliriz; çünkü Mevlânâ Hazretleri Allah'a kavuşmuştur, sevgiliye kavuşmuştur. Tasavvufta aşk, Allah'a ithaftır ve en nihayetinde Allah'a kavuşmaktır ölüm. Bu süfli beden yok olur, ‘ruh-can' dediğimiz şey Allah'tan gelmiştir ve tekrar Allah'a kavuştuğu için de Mevlânâ bunu şeb-i arûs olarak görmüştür. 

Mevlevihanelerde semah yapılır. Semahtaki özellik şudur: Dönüş yapılırken sağ el açıktır, sol el kapalıdır. Bu matematik olarak ispatlanmış. Semazenlerin o duruşu var ya yani sağ el açık, Allah'tan aldık; sol el aşağı doğru, halka veriyoruz. ‘Hakk'tan halka.' O insanlar dakikalarca dönmelerine rağmen düşmüyorlar. Mevlânâ'nın semahtaki o duruş şekli, Dünya'nın ekliptik düzeyiyle berabermiş, 21 derece 26 dakika. Yani o açıyı yakaladığı için insan o dönüş sırasında düşmüyor. Mevlevilerin başlarında külahları vardır, bir remizdir aslında o. O mezar taşı demektir. Üste giyilen tennure, kabirdir. İçe giyilen beyaz entari, kefendir. Bu, her an ölümü hatırlamaktır. Ölümü hatırladığı için de semah, Allah'ın varlığını ve birliğini, vahdet-i vücudu ortaya koyan, tasavvuftaki merhalelerden oluşan bir ritüeller zinciri olarak karşımıza çıkıyor. 

İmam-ı Azam Ebu Hanifi Hazretleri'nin meşhur bir sözü vardır: ‘Ey insan! Sen doğduğunda sen ağlıyordun, çevrendekiler sana kavuştuğu için gülüyorlardı. Öyle bir hayat yaşa, insanlarla öyle ilişkiler kur ki; sen öldüğün zaman sen gülesin ve arkandakiler ağlasınlar.' Burada da tam Mevlânâ'nın bahsettiği gibi bir durum söz konusu. Tasavvufta da her şey ‘insan-ı kamil' üzerine kurulmuştur yani insan yaşantısıyla, Allah'a olan aşkıyla beraber fenafillaha erişecektir. 

Mevlânâ'nın Mesnevisindeki bu hususiyetleri Fuzuli'nin Leyla ile Mecnununda görürüz. Hüsn-ü Aşk'ta bunların tamamının olduğunu görürüz. Allah'a karşı duyulan aşk, öyle kutsaldır ki bizim dünyaya geliş amacımızdır. Tasavvufta bir hadis vardır. Tevatür olduğu söylense de kutsi bir hadistir bu: Allah, efendimize ‘Sen olmasaydın, sen olmasaydın, felekleri yaratmazdım.' diyor. Buradaki önemli olan şey, temadaki aşktır. Allah'ın efendimize hitabı ‘habibi'dir. ‘Ey sevgili' Biz  sevgili ve aşk kelimelerini günümüzde süflileştirdik, çok basite indirgedik ama aşk ve sevgi dünyanın yaratılış amacıdır. İnsanın en nihayetinde ulaşacağı Allah olduğu için hayattaki en büyük sevgili Allah'tır, Hz. Peygamberdir. Mevlânâ'nın eserlerindeki esas tema da bunun üzerine kurulu olmuştur. 

Mevlânâ'nın ölümünden sonra oğlu Sultan Veled, Mevleviliği kurumsallaştırmıştır. Mevlevi kültürü Sultan Veled ile beraber ortaya çıkmıştır. Anadolu'nun çok değişik yerlerinde Mevlânâ öğretisi çok fazla yer bulduğu için Osmanlı coğrafyasının tamamındaki çok farklı yerlerde Mevlevihane'ler vardı. Mevlânâ'nın bu öğretileri Mevlevihaneler yoluyla bütün halka sirayet etmiştir. 

Gaziantep'teki Mevlevilik de önemlidir, 16. yüzyılda. Bizim Tekke Camii diye bildiğimiz mekân var. O mekânın aslı, içerideki mimari yapıya da bakarsanız semah düzenine göre ayarlanmış bir yapıdır. Onu biz daha sonra cami yapmışız. Yandaki yerler de postnişinlerin evidir. Oranın bir tarafı cami olarak ibadete açıktır Mevlevihane dediğimiz yer. Yandaki bina da, postnişinlerin oturduğu bina da şu an Vakıflar Bölge Müdürlüğüne bağlı bir Mevlevi Müzesi olarak hayatını sürdürüyor. O tekkenin yapılışında müthiş bir sanat var. Eskiler ‘ebcet hesabı' derler. Ebcette, Arap alfabesindeki her bir harfin karşılığı matematiksel olarak belirlenmiştir. Geçmiş dönemdeki Türk-İslam sanatında ve özellikle Türk kültüründe ebcet düşme-tarih düşme çok önemli bir yere sahiptir. Yeni bir eser yapıldığında, okul açıldığında, cami yapıldığında, çocuk doğduğunda, kitap yazıldığında insanlar buna tarih düşerler ve buna da ebcet hesabı deriz. İşte Mevlevihane'nin yapılışında da Farsça bir beyit söylenmiştir. Bu, şu an Tekke Camii'nin giriş kapısının hemen üst tarafında bulunan bir ifadedir. İlk mısrasında Farsça olarak diyor ki: ‘Buranın yapım tarihini Mevlânâ söyledi.' İkinci mısrasındaki harflerin karşılığı ise 1638 yılı diyor. Söylediği cümle Mevlânâ'nın 24 bin beyitlik Mesnevisinin ilk mısrasıdır. Bu mısranın harflerini topladığımızda Gaziantep'teki Mevlevihane'nin yapım yılı ortaya çıkıyor. Bu, inanılmaz bir tevafuktur. Geçmiş dönemlerde Gaziantep'teki edebiyatın, sanatın, kültürün ne derece yüksek olduğunu ortaya koyan müthiş bir şeydir bu. 



1924 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması var. O yasayla beraber Türkiye'deki bütün tekkeler kapatılmış ve Türkiye'deki Mevleviler kendilerine merkez olarak Halep'teki Mevlevihane'yi baz almışlarıdır ki Halep'teki Mevlevihane de zamanında, dünyadaki 7 önemli merkezden bir tanesidir. Önce Konya'daki Mevlevihane vardır, arkasından Yenikapı'daki Mevlevihane çok önemlidir. Arkasından Halep'teki vardır, Trablusşam'daki vardır. 1924 yılından 1944 yılına kadar Halep Mevlevihanesi, dünyadaki bütün Mevlevilerin merkezi olmuştur. Maalesef o dönemde Türkiye'deki ve Gaziantep'teki Mevlevihanelerden giden yazma eserler ve değerli eşyalardan, çok fazla kayıp olduğunu biliyoruz. 1944'ten sonra da Suriye Hükümeti burayı kapatmış ve Şam'daki Esed Kütüphanesi vardı o zamanlar, eserlerin oraya gittiğini söylediler. Biz Halep'e gittiğimizde peşine çok düştük acaba bunları bulabilir miyiz düşüncesiyle fakat herhangi bir şey çıkmadı karşımıza. Gaziantep'teki Mevlevihane Müzesi'nde kalanlar Ocak Ailesi'nde bulunanlar. Yoksa 1924 yılında tekke kapatıldığında giden olmuştur maalesef. Şu an orada gördüklerimiz devede kulak gibidir; çünkü Mevlevilik inanılmaz bir kültürdür. Zamanında 3. Selim de Mevlevi'dir. Her Osmanlı padişahının bir tarikata intisapı söz konusudur. Mevlevilik de 18. yüzyılda, 3. Selim zamanında önemli bir kültür olarak karşımıza çıkmıştır; çünkü Mevlana birleştiricidir. ‘Gel, ne olursan ol yine gel!' diyor. Mevlana'nın öğretisinde ister mecusi ister puta tapan ol. İnsan odaklıdır. Bütün dünyada etki yapmasının sebeplerinden bir tanesi de budur zaten. Merkeze insanı koyduğu için, dünyanın neresinde olursa olsun bütün insanları birleştirici bir unsura sahiptir. 

Günümüzde Çelebi soyadları vardır. Çelebi soyadlarının çoğunluğu, Mevlânâ'nın soyundan gelenlere verilir.”

Haber: Başak AKAY
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
FACEBOOK SAYFAMIZI TAKİP EDİN...
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
ANKET TÜMÜ
Gaziantep'te hangi belediyeyi daha başarılı buluyorsunuz?