USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000
Gündem

“Kıyametin İzinde Kutsal Taç” romanı üzerine

Araştırmacı-Yazar Nevin Balta, “'Kıyametin İzinde Kutsal Taç' romanı üzerine" yazısında, Yazar Muammer Karadeniz'in romanını tanıttı. Balta'nın kaleminden, Muammer Karadeniz 'in "Kıyametin İzinde Kutsal Taç" romanın tanıtımı şöyle:

“Kıyametin İzinde Kutsal Taç” romanı üzerine
11-01-2021 12:59
Google News
12 bin yıldır insanlık tarihine sahne olan ve 12 bin yıl önce yaşamın başladığı topraklarda Anadolu’nun medeniyetler zenginliğini anlatan edebiyat eserlerini okuduğumuzda “güzel bir roman” veya “keyifli bir anı kitabı” ya da “hoş bir öykü” deyip geçemeyiz. Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın “Halikarnas Balıkçısı”nı okuduğunuzda sadece bir anı romanı deyip geçemediğimiz gibi. Kabaağaçlı, “Halikarnas Balıkçısı” adlı eserinde deniz sevgisi, denizin çekiciliği, denizcilerin yaşadığı zorluklar, güzellikler genel olarak denizdeki yaşamı anlatır. Ama bu eseri vazgeçilmez kılan mavi Anadoluculuk düşüncesini en yalın hâli ile anlatmasıdır. Yunan ve Roma medeniyeti olarak görülen kültürün temelinin Anadolu olduğunu bize bir kez daha hatırlatmasıdır. “Halikarnas Balıkçısı”, Grek mitolojisinin, Homeros’un, Anadolu’nun antik kentlerinin Yunan kültürüne mal edilmesine karşı çıkar ve tüm bunların Anadolu’nun kültürü olduğunu söyler. 
  
Dünya edebiyatında Yunanistan ve Roma uyruklu yazarların kalemiyle Yunanca ve Latince olarak yazılmış efsanelerin çıkış yeri ne Yunanistan’dır, ne de İtalya, Anadolu’dur, Girit’tir, Mezopotamya’dır…

Anadolu adlı büyük bir mirasın, medeniyetler beşiğinin üzerinde yaşadığı için kendini sorumlu hisseden ve “bunu gelecek kuşaklara nasıl anlatabilirim”i dert edinen yazar Muammer Karadeniz, “Kıyametin İzinde Kutsat Taç” romanı ile sadece zevkli bir seyahat yolculuğu sunmuyor bizlere. Anadolu arkeolojisinin tüm güzergâhlarını anlatıyor, eşsiz tarihî eserlerin tüm özelliklerini en ince ayrıntıları ile âdeta fotoğraf kareleri gibi tek tek belleğimize yerleştiriyor.  Olympos Tanrılarını, Roma, Yunan, Helenistik, Hitit dönemlerini,  müzeleri, tapınakları, antik kentleri, efsaneleri gözler önüne seriyor. Binlerce yıldır ayakta kalan antik dönem eserlerini, antik dönemden kalan tiyatro salonlarını, cadde ve sokakları, spor salonlarını, çeşmeleri kısaca tüm medeniyet izlerini adım adım gezdiriyor. 

Yazar, “Büyük Yok Oluş-Kıyamet”in izini süren, “Büyük yok oluşun” tarihini insanlığa bildirmeyi görev edinen Prof. Dr. Rudy Fischer’in yolculuğu ile Anadolu’yu karış karış gezdiriyor okuyucuya. Antik dönemlerin Tanrılar ve İmparatorlar şehirlerini, kalıntılarını, Torosları, Akdeniz’in muhteşem manzaralarını seyrediyorsunuz. Yeşil Armoni Mağarasını, kefaret yeri Apollon Lairbenos Tapınağını, Aphrodisias ustaları 2 bin yıl önce yapılan Heraklia Hieron’u, Tripolis’i, Hierapolis’i, Likya’nın başkenti Ksantos’u, Anadolu’nun mucizesi Aspendos’u, Kilikya’nın Toros dağları zirvelerindeki yaylalarında kurulan ve Hititlerden başlayıp Osmanlılara kadar çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmış Olba Krallığı antik şehri Olba’yı, Akdeniz’in köpüklerinden doğan Afrodit’i vaftiz eden Zeus’un yarı Tanrıça kızları Aglaia, Euphyrosyne ve Thalia’nın keklik ve kumrular arasında dans ettiklerini, Işık Tanrısı Apollon’u, Apollon’un kutsal ağacı Defne Ağacını, üç bin yıllık heykel atölyesi Yesemek’i, Dollice (Dülük) Antik Kentini, Zeugma Antik Şehrini, Güneşin doğduğu en güzel zirveyi Nemrut’u görüyorsunuz. 

Romana konu olan “Kıyametin İzinde ‘Kutsal Taç’a ulaşmak isteyenlerin yolcuğunun başlama nedeni nedir?” diye merak ettiğimizde “büyük kıyamet” gerçeği karşımıza çıkıyor. 

Dünyanın başlangıcından beri tüm inanç biçimleri ve dinler tarihinde, her şeyin bir sonu olduğu gibi yerkürenin de bir sonu olacağı görüşünden hareketle, “büyük yok oluş, kıyamet, büyük kıyamet” adı verilen “insanlığın yok oluşu” ile ilgili bir günün gerçekleşeceğini varsayılmaktadır. Binlerce yıldır insanlık bu soruya cevap bulmak istiyor. Bütün insanlığın beklenen günün ya da beklenen felaketin ne zaman karşılarına çıkacağı üzerine sordukları sorular ve bu varsayıma dayalı araştırmalar,  “Büyük Yok Oluş-Büyük Kıymet” ile ilgili şifreleri aramaya yöneltmiş insanları. Oysa ki binlerce yıl herkesin gözü önünde, ancak şifrelenmiş hâlde, hatta insanlığın gözlerinin içine bakarak haykırılan bu gerçeği, insanoğlu duymak istemiyor mu?  Belki de öğrenmek istemiyor?  “Büyük Yok Oluş-Büyük Kıyamet”in olası senaryolarını üreten bilim adamlarını asıl endişelendiren kıyamet çok yakın bir zamanda kopacak ise kıyamet gününü önceden öğrenmeyi ve insanlığa bildirmeyi başarabilecekler mi sorularına cevap bulmaktı. O hâlde bilim adamlarının olası yok oluş teorileri konusunda insanlığı bir an evvel bilgilendirmek ve “Kıyamet”in zamanını kehanetlerin yardımıyla belirlemek öncelikli hedefinden olmalıydı.

Romanın kahramanı, Yale Üniversitesi Klasik Sanat ve Arkeoloji öğretim üyesi Prof. Dr. Rudy Fischer’in üniversite yönetimi ve eşi Catherine ile sorunlar yaşadığı günlerde okuduğu bir haber onu yaşama bağlamıştı. “Ben bunu mutlaka başaracağım” diyordu kendi kendine. Bu haber üzerine şunları düşündü:

“Prof. Dr. Rudy Fischer: “Nasıl olsa yakın bir tarihte “Büyük Yok Oluş-Kıyamet” yaşanacaksa, ölmek için çok da acele etmeye gerek yok! Büyük yok oluşun tarihini öğrenen ve insanlığa bunu bildirmeyi başaran kişi neden ben olmayayım? Bunu ben başarabilirim. Ben bunu mutlaka başaracağım”

Prof. Dr. Rudy Fischer’in elektronik posta kutusuna gelen ve onu bir serüvene sürükleyen haber dünyadaki önemli tarihi ve kültürel değerleri inceleyen bir derginin, Anadolu’ya yapılan kazılarda bulunan bir tapınak kitabesinde, dünyanın geleceğine ilişkin kehanetlerin bulunduğunu iddia etmesiydi. Haberde kehanetler üzerinde yapılan incelemelerde, kıyametin kopuşu ve dünyanın sonuyla ilgili çok önemli bulgulara rastlandığı, insanlığın dünya üzerinden yok oluşuyla birlikte belli başlı birkaç merkezden yeniden doğacağı, büyük yok oluşun etkilerinin dünyadaki bazı özel yerlerde hissedilmeyeceği anlatılıyordu. Bu habere göre; büyük yok oluşun gerçekleşmesine çok kısa bir zaman kalmış ve belki de insanlık tarihi sona ermek üzereydi.

Prof. Dr. Fischer, zihnindekileri hayata geçirebilmek için üniversite yönetiminin destekleyeceği bir projeyle kehanetlerin izlerini sürmek ve haberde belirtilen yerleri görerek, kitabede bulunduğu ileri sürülen kehanetlerin işaret ettiği “Büyük Yok Oluş-Kıyametin şifrelerini çözmek istiyordu. Dünyanın en saygın arkeologlarının Anadolu’da yaptıkları kazı ve inceleme raporlarını, araştırma yazılarını ve seyahatnameleri inceliyor, gecesini gündüzüne katarak zihnindeki soruların cevaplarını bulmaya çalışıyordu. 
  
Prof. Dr. Rudy Fischer, Caner Çokşen ve İsabella Cortes’ten oluşan Armageddon Dissertation-Büyük Yok Oluş-Kıyamet” makalesi araştırma ekibinin projesi onaylanmış ve görev dağılımı yapılmıştı. Dr. Fischer ve Caner alan araştırmaları yaparken, Cortes de elde edilen bilgileri rapora ekleyerek, Üniversitenin Bilimsel Araştırmalar Destek Merkezi aracılığıyla bilgi desteği ve koordinasyonu sağlama görevini üstlenecekti. Yapılan araştırmanın mali bütçesi onaylanmış, ekibin Uluslararası Akademik İşbirliği Konseyine gerekli akreditasyonlar yapılmıştı. Ekipten Bayan Cortes,  Bilimsel Araştırmalar Destek Merkezi ile ekibin iletişimini ve kaynak desteğini sağlayacaktı. 

Karadeniz Türkiye’nin güzelliklerini anlattığı romanda, bir yabancının gözünden tarihimiz ve kültürel değerlerimizi anlatmaya öncelik vermiş. Amerika’dan başlayıp Gaziantep’te son bulan yolculuklarında kıyametin izini süren Prof. Rudy Fischer ve  Caner Çokşen’i en çok şaşırtan ise Aspendos’a giderken uğradıkları “Yörük Çadır”ında “sıkma” ikram eden ev sahibi Yörük kadının; “Nereden gelir, nereye gidersiniz?” sorusuna “Aspendos’a gidiyoruz” cevabını vermeleri üzerine, “Aspendos ‘yerde ne varsa gökte, gökte ne varsa yerde’ bulabileceğiniz tek adres” demesiydi. 

Ekibin ilk durağı Selçuk Efes Antik kentiydi. Türkiye topraklarında yaşayan medeniyetleri daha yakından daha yakından incelemek, kaynaklarda anlatılanların sönük kaldığı tarihi daha yakından solumak istiyorlardı.  En önemlisi de kâhin Nostradamus’un Türkiye ilgili kehanetlerinde öngördüğü deprem ve savaşların izini sürmek istiyorlardı.  İkinci durakları Bergama idi. ege denizinin doğusunda Helenistik, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ev sahipliği yapan Akrapol’ün ilk yerleşim alanı olduğunu öğrendiler. Bergama Antik kentinde dolaşırken Caner şöyle diyordu:

“II. Eumenes’in yaptırdığı Helenistik zamanın en önemli kültür, mimarlık ve heykelcilik merkezlerinden biri olarak Athena, Dionysos ve Traian Tapınakları, Tiyatro, Kütüphane, Heroon, Zeus Sunağı ve Saraylar asırlara meydan okuyor, görüyor musunuz?”
    
Soma, Akhisar, Salihli, Alaşehir, Buldan üzerinden Pamukkale’ye uzanan yolculuğun en önemli durağı Apollon Tapınağıydı.  Tabi ki dünyanın en muhteşem Antik Kenti Hierapolis… Bergama Kralı 2. Eumenes’in Amazon Kraliçesi Hiera’dan esinlenerek kurduğu ve Yunanca Kutsal Şehir anlamına gelen Hierapolis onları daha da büyülemişti. Babadağ yamacında iki bin yıl önce Roma döneminde yapılan Hieron anıt mezarı, Artemis, Apollon, Pan, Dionysos ve Heraklis’in yer aldığı mitolojik sahnelerin taşa işlenmiş kabartmalarını hayranlıkla izlediler. Yenicekent kasabasındaki Tripolis, Yenicekent ile Menderes Nehri arasındaki sarp yamaçta kurulan, ulaşım, ticaret ve tarım zenginliğiyle Akdeniz,  Ege ve Anadolu’ya ulaşan yolların kavşağındaki antik kentlerden biriydi.  Bölgedeki antik yerleşimlerin merkezi Hierapolis’in en büyük yapılarından biri olan Roma Hamamı  Hierapolis Müzesi olarak hizmet veriyordu. 

Prof. Dr. Rudy Fischer’i asıl ilgilendiren “göktekiler”di.  Fischer, Likya Ugarlığının başkenti Ksantos’u yani “Kâhinler Şehri’ni görmek istiyordu. Likya Ugarlığı’nın diğer önemli şehirleri olan kâhinlerin işaret ettiği Tremilus ve Praksidike’nin dört oğlu’nun adlarıyla kurulmuş, Tlos, Pinaros, Ksantos, Kragos ile bunların yanında Olympos, Myra ve Phaselis şehir kalıntılarını gezdiler. Patara’daki parlamento binası, kaya mezarları, kale kalıntıları, inanç sistemlerini yansıtan tapınak kalıntıları, Likyalıların toplumsal hayatlarını gösteren önemli yapılar olarak tarihi uygarlıklar arasında benzersiz özellikler gösteriyordu. 

Tiyatro sanatının kalbi Aspendos’u gezerken “Göktekiler”e çok yaklaştığını düşünen Prof. Fischer, Caner’e “Bana göre aradığımız yer burası olmalı. İçimden öyle geliyor” diyordu.
    
Yazar, Prof. Dr. Rudy Fischer’in “Kıyametin İzini Süren” yolculuğunun bitiş noktasının “kıyametten öte ve kıyametten uzak” bir coğrafya olduğuna tanık olduğumuz romanını büyük bir öngörü ile bitiriyor.  Prof. Dr. Rudy Fischer; “Kıyamet ne zaman ve nasıl gerçekleşecek? Şimdilik bizlere bu kadarını olsun söylemeniz yeterli olacak” diye soran asistanı Caner Çokşen’in merak ettiği ve aynı zamanda okuyucunun da merak ettiği soruya şu cevabı veriyor: 
    
“Dünyada Büyük Yok Oluş ve Kıyametin” gerçekleşmesi için öncelikle Ay-Yıldızlı bayrağın ve Türkiye’nin yok olması gerekir. Bu durum kıyametin gerçekleşmesinin bana göre birinci nedeni olacaktır.”
    
Prof. Dr. R. Fischer cevabında; “Beni bu topraklara getiren ilahi bir güç olduğuna inanıyor ve bu nedenle şükrediyorum” derken, Anadolu topraklarında yaşamanın bir şans olduğuna dikkat çekiyor. Prof. Dr. R. Fischer okuyucunun merakla beklediği “Büyük Yok Oluş ve Kıyamet Ne Zaman Gerçekleşecek?” sorusuna  “Türkler sayesinde”  cevabını âdeta okuyucunun gizli sesiyle kelimelere döküyor. 
    
Romanın sonunda tüm okuyucuların ağzından Prof. Dr. R. Fischer’i onaylarcasına şu cümlelerin seslendirildiğini duyar gibiyiz.
    
“Ay-Yıldızlı bayrak dalgalandıkça ve Türkler Anadolu’da var oldukça ‘Büyük Yok Oluş-Büyük Kıymet’ asla gerçekleşmeyecek…”

 
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
FACEBOOK SAYFAMIZI TAKİP EDİN...
ÇOK OKUNANLAR
ARŞİV ARAMA
ANKET TÜMÜ
Gaziantep'te hangi belediyeyi daha başarılı buluyorsunuz?