USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Biri artık bunları söylesin…

19-03-2018

Kaç haftadır, yazayım diyorum ve sonra samimiyetinden hata yapmakta da olabilenleri üzmemek için, susuyorum. Ama son günlerde facebook’ta doğrudan bana da sardıran bazı “arkadaşlar”, sebep oldu ne kadar karışık olursa olsun, bir daha yazıp, Fransızların deyimi ile “i’lerin noktalarını yerine koymak”, farz oldu…

 

Bakın öncelikle bir şey söyleyeyim: Dünya üstünde ve tarih boyunca, “bilmem nerde barış engellenemez” diyen bir “sol” hareket, olmamıştır! İster sol olsun, ister olmasın, herkesin bir “barış politikası” vardır… Politikasının kendinin “barış” olduğu dernek olur ama siyaset yoktur ve olamaz!  Kimse savaş istemez! Ama herkes, hangi şartlarda savaşmayacağını, önceden belirler, ilan eder, o şartların oluşması ve savaşmak zorunda kalmamak için mücadele eder!

 

Hitler Polonya’yı işgal ederse, İngiltere savaşır! Japonları kovan Vietnam’a Fransa asker gönderirse, Ho Şi Minh, savaşır… Üstünden ABD gelirse, onunla da savaşır! Onun ardından “komünist” Çin sınırlarını ihlal ederse, onunla da savaşır! Che Guavera da “İki üç daha fazla Vietnam” der, siz de Che güzel adamdır diye dudağına, bıyığına bakıp iç geçirerek, posterini göğsünüze yapıştırır, gezersiniz!

 

Yani: Barış içinde bir arada yaşamanın koşulları vardır ve bellidir… Kimse de “teslim olalım da barış çok iyi bir şeydir” demez… Çünkü teslim olmak, savaşmaktan da beter bir zuldür ve kısa dönemde, savaşmış olmaktan beş beter bir hale gelmenize neden olur.

 

Sol, solcu deyince önce her zaman olduğu gibi kavramı tanımlamak lâzım! De Fourier’den tutun, Robert Owen’den geçin, Saint Simon’u anın bunlar yetmez; Marx’da bir durak yapın… Yapısalcılar’ı, post yapısalcıları da ekleyin ve yetmezse gene de biraz da Frankfurt Okulu’nda kıraat eyleyin! Düşünsel anlamda sol; mevcut, egemen düşünce biçimlerinin çok dışında, kendinden önceki düşünce formatları ile hiç anlaşmayan, bir başka felsefe okuludur! Sonra siyaseti gelir… Düşünce sistematiği olmayan sol, olamaz… Onun için hiç alâkası olmayan biri, Marx, Gramsci, Habermass, Horkheimer, Adorno falan okumaya kalktığında hiçbir şey anlamaz, kafası karışır! Hele önceden felsefe okumaya ve düşünmeye hiç zaman ayırmış değilse… Önceden Platon falan okumamışsanız, zaten Marx’ı da anlayamazsınız! Çünkü doğduktan bu yana kulağınıza fısıldanan bütün yargılardan, ön yargılardan, hükümlerden farklı bir düşünce yapısıdır savunduğu! 1870’lerde yazdığı Alman İdeolojisi’nde, bütün bunları anlatıp, “bu yeni ve tamamıyla farklı düşünce sistematiğini anlayıp benimsemeden, ne dünyayı değiştirmek mümkündür, ne de herhangi bir tanımlamayı hakketmek” der…  Ardılı Lenin de Ne Yapmalı’da, “bir işçi de bu hareketi yönetebilir ama o düzeye gelene kadar edinmesi icap eden bilgi birikiminden sonra, o artık zaten bir entelektüel olmuştur” diye, yaklaşımını anlatır!

 

Zulme karşı olmak, adalet talep etmek, fabrika işçisi olmak, savaşı istememek, baş kaldırmış olmak ya da herhangi bir tekkeye asker yazılmış olmak, düşünsel anlamda “sol” diye tanımlanmanıza yetmez yani! Eğer o farklı düşünce sistematiğini öğrenip, benimsememişseniz! Sağın “namütenahi” renklerinden bir olursunuz; gene başkaldırır, gene adaletsizliğe isyan eder, gene hiçbir şeyi beğenmez, gene haktan hukuktan dem vurur, kafanıza gene çaput bağlar, zeytin dalı sararsınız ama sol değilsinizdir. Sol olmanızı belirleyen, talepleriniz değil; “müesses” düşünce biçiminden çok farklı bir düşünce sistematiğini benimsemiş olmanızdır. Tarihteki ilk Turancı siyasi organizasyon, Türkiye Komünist Partisi’dir, deyince bir kısım insanın uplost olmasının sebebi, budur… Siyasi talep değildir, sol ile sağı ayıran; felsefesidir… Yoksa Bolşevik Partisi MK üyesi Sultan Galiev, Ziya Gökalp’ten daha kapsamlı bir Turan fikriyatı geliştirmiştir. Fark ne? Felsefe…

 

Şimdi dönelim gene barış meselesine…

 

Lenin, İki Taktik’te anlatır ki aslında komünistlerin, iki mesele ile hiç ilgileri “yoktur”! Birincisi, demokrasi… İkincisi, ulusal sorun…

 

Demokrasi ile ilgisi yoktur, çünkü hin-i hacette devlete karşıdır…

 

Ulusal Sorun’la da ilgisi yoktur; çünkü insanların çıkarlarının ulusal kimliklerine göre değil; sınıflarına göre biçimlendiğini düşünür!

 

Ve ama; ancak bu iki mesele nerde ise toplumun bütününün ilgili olduğu, taraf olduğu, kafasını yorduğu meseleler olduğunda bunlara karşı bigâne kalırsanız, toplumun dışına düşmüş olursunuz ki o zaman siyasi bir anlamınız kalmaz! Onun için her ikisinde de siz kendi “sol” önerinizi geliştirip, savunmak zorundasınızdır. Konumuz Ulusal Sorun olduğuna göre, o konuda da yaptığı öneri, “ Çoğunluk, azınlık ilişkisinden bağımsız, eşitliğe dayalı; gönüllü birlik”tir. Birincil görev birliği sağlamaktır ama eşitlik bir türlü sağlanamazsa ve gündelik hayat bir ezgiye dönerse, azınlığın ayrılıp kendi devletini kurmak hakkını savunmayan çoğunluk devrimcisine de en aşağılık emperyalizm ajanı muamelesi yapmak, hakkımızdır” der… Kriteri nedir? Azınlığın oyları ile ortaya koyacağı, irade…

 

Kıbrıs Türk Solu’nun “Barış politikasının” temelini, zivaniyaya aşık olmak, Rum kızı sevmek, korkak olmak, Urumsever olmak değil, bu ilkeler oluşturmaktaydı ama “One way ticket” şeklinde… “Eğer”den sonraki kısmı, mümkünse hatırlatmamaya çalışarak…

 

Annan Planı günşerinde yapılan yığınsal mitinglerden sonra, memlekette sol da anlamını yitirdi! Kafaya zeytin dalı sarıp, birkaç keskin lâf ediyor olmak, oldu size solcu olmak! Oysa yukarıdan beri anlatıyorum: Talepleriniz keskin olabilir ama o farklı sistematik ile düşünemiyorsanız, sadece sağın farklı bir kesimisinizdir, o kadar…

 

Şimdi bu “düşüncesiz” sözde “sol”da, yeni bir çözüm konsepti ortaya çıktı: Anastas ne istersa verelim da anlaşalım… Yoksa, Türkiye bizi asimile edecek!

 

Anastas’ın en son istediği senin bu adadan defolup gitmendir ve bunu hiç de gizlememiştir! Asimile olmayalım derken, toplu mezara gireceksin ey geri zekâlı… Örneği de gani! Kaç defa tehdit etti de yapmadı Makarios, Yorgacis, Samson ve Papadopulos? “ Türkiye gelirse, 45 dakikada burada kurtaracak Türk bulamayacak” diye? ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk’a Yorgacis söyledi, büyükelçisine de Makarios… Üç farklı zamanda…

 

Bunu söyleyenler, ( 5.Kol mensuplarını bir tarafa bırakıyorum; aşikar CIA sözcüleri falan da var çünkü) genellikle 1992’ye kadar sağ çevreler içinde olup da şimdi olanlar kanlarına dokunduğu için göya “barışçı” kesilenlerdir, dikkat edin… Sol felsefe olmadan kendi milliyetçiliğine karşı çıkmak, Helen milliyetçiliğinin tezlerini savunur hale getirmiştir böylelerini, dikkat buyurun…

 

Ve en son da Türkiye’den bu yazıyı okuyup da ilgi gösterecek olanlara iki lâfım var: Paradigmanız burayı asimile etmedi… Solu susturmanız da işe yaramadı… Karşıt milliyetçiliğin sol diye pazarlanmasına yol açtı çünkü felsefeleri aynı… Aynı felsefe ile farklı yerlere gidilemez! Kıbrıs politikanız, yanlış! Hepimizi belâya sokacaksınız…

 

Bizim solumuzu otuz senedir yönetemeyip, bu halde bırakıp kaçanlar da kına yaksınlar… Üçü de… Birer defa oturdunuz, tamam! Zemzem kuyusuna işeyen gibi tarihe geçtiniz daha şimdiden…

 

Nokta…

 

Facebook’tan bana sataşıp durma Mustafa’m… Budur…
SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?
ÇOK OKUNANLAR